Ana Sayfa Blog Sayfa 3

Şirince

0

Selçuk’a 8 km mesafede şirin bir Ege köyü… Dağlar arasındaki vadide, bağ ve bahçeler arasında yerli ve yabancı turistlerin uğrak yeri Şirince…

Kuşadası ve Efes’e yakınlığı nedeniyle turistik gezilerin rotasında yerini alan, bir zamanlar “Çirkince” olarak anılmayı hak etmeyen Türk-Yunan kültür sentezinin en güzel örneklerinden…

Rivayete göre; derebeyinin azat ettiği 7 Rum ailesince kurulur köy. Köylüler, derebeyinin “köyünüz güzel mi?” sorusuna, köyü gözlerden ırak kılarak daha fazla ailenin gelmesini engellemek düşüncesiyle “çirkince” derler… Farklı kuruluş ve adlandırma öykülerinin çoğu rivayete dayanan köyün adıyla ilgili gerçek ise İzmir Valisi Kazım Dirik Paşa’nın köye “Çirkince” denmesine gönlü razı olmayarak “Şirince” adını koymuş olmasıdır…

Rum evlerinin dikkat çeken ilk özellikleri

Çoğu 150 yıl ömürlü yabani kestane ağacı ile çatılandırılmış, beyaz badanalı, koyu kahve rengi ahşaplı, 100 -150 yıllık Rum evlerinin dikkat çeken ilk özellikleri; sadece üst katlarında bulunan panjurlu pencereleri. Adeta resmedilmiş bir tablodan fırlamış, yamaçlara inci tanesi gibi sıralanan ve kanaviçe işlemeli patiska perdeli, klasik Ege mimari özelliğini taşıyan evler, Akdeniz ikliminin yeşiliyle öylesine uyumlu ki…

1923-24 nüfus mübadelesinde boşaltılan köye,. Makedonya’nın Kavala bölgesinden gelen muhacirler yerleştirilmiş. İç göç nedeniyle nüfus birhayli az bulgaria private tours kazanlak. Köy I986’da kentsel sit ilan edilerek koruma altına alınmış.

Bir ucu köy meydanına dayanan dar, taş döşeli sokağına kurulmuş çarşısından, restore edildiği söylenen tarihi kilisesini görmek için merakla ilerlediğinizde; evinde başta ekmek olmak üzere erişte, baklava, bazlama gibi geleneksel Türk mutfağı ürünlerini emekle hazırlayıp satan, dağ havasının yaradığı her halinden belli dinç ve güler güzlü bir Şirinceli’nin bahçesinden geçmeniz gerekiyor.

Kurulu pazarında Şirince’nin güler yüzlü sakinleri; el yapımı danteller, sehpa örtüleri, yazma ve yün eldiven, çorap, ev yapımı şarap, zeytin, zeytin yağı, dağlardan toplayıp kuruttukları şifalı otlar ve el işi ürünlerini gelenlerin beğenisine sunuyorlar. Konaklama ihtiyacını ise köyde restore edilerek pansiyona çevrilmiş evler karşılıyor.

Meraklısı için alma şartı aranmaksızın, otantik mekanlarda şaşırtıcı çeşitliliğe sahip, yıllanması beklenmeden ömürleri aylarla sınırlı meyveli şarapları tatma özgürlüğüne sahipsiniz: Vişne, karadut, şeftali, mandalin, kavun… Ve bu çeşitlilik Şirince hatırasını mekanınıza taşımanızı sağlayacak sempatik, şarap şişesi boyutlu telis çantalarda alıcısına sunuluyor Niğde.

Bir iki gün için betondan, kalabalıktan, gürültüden kaçıp kurtulmak, dost insanlar arsında olmak isterseniz, Şirinceli sizi yemyeşil Şirince’de bekliyor.

Abaza Paşa devlete baş

0

Hikâyenin sebebi: tarihinde Abaza Paşa devlete baş- kaldırıp Erzurum’da kapandığında sekban haşerâtları Kânköy adlı bir köye varıp nice yaramazlık edip köy içinde nice fesatlıklar ederler. Bir handa çok güzel bir Ermeni kızı haber alıp onu tasarruf etmeye niyetlenip Ermeninin evini basarlar. Hemen Ermeni kızı o mahalde yüzünü göğe tutup;

“Ey Ebu İshak Sultan, beni bu zâlimlerin elinden kurtar. Allah ile ahdim olsun, taptığın Muhammed dinine girip senin türbene hizmet edeyim” diye canu gönülden Cenâb-ı Allah’a yönelince Allahu Taala’nın emriyle o kız ak sakallı ihtiyar olup durur.

Eşkıya sekbanlar içeri girip kızı araştırırlar. Mümkün olup bulamazlar ve şaşkın olup giderler. Sonra o sakallı kız Ebu İshak’m türbesine gelip orada bulunanların önünde İslâm ile şereflenip türbedar olmuştu. Hakir üç kere görmüş olup ihtiyar kadının hayır duasıyla nasiplenmiştik. Bu Bursa içinde olan Ebu İshak Kâzrunî’nin makamıdır ki Yıldırım Bayezid Han yaptırmıştır. Deveciler kabristanının karşısında bir dervişler tekkesidir.

Sığır Pazarı evliyâsı ziyareti ve .

Ve ona yakın Davud Baba ziyareti: Yesevî fukaralarmdandır. Gelen giden dervişlere konaklama yeridir.

Hazret-i Çekirge Sultan ziyareti: Eski Kaplıca’da Gazi Huda vendigâr Vlurad Han Türbesi önünde başka bir fukara tekkesidir tour guide istanbul.

Şâdî Sultan ziyareti: Emir Sultan yakınında yatmaktadır.

Abdullah Efendi: Kitap telif eden ve bilgili bir kimsedir.

Şeyh Emir Ali Efendi: Halveti tarikatından nice kerametleri görülmüş ârif bir zâttır.

Dünya ve din sultanı, Kâf-ı yakin simurgu, Sultan Karaca Mecidüddin

Karanfilli Dede ziyareti: Bursa’nın batı tarafında Haşan Paşa Kapısı’ndan dışarı Karanfilli Tekkesi’nde yatar.

Sünbüllü Dede ziyareti: Tatarlar Kapısı’ndadır.

Şeyh Ali Mest ziyareti: Tatarlar Kapısı’ndan içeri tekkesinde yatmaktadır.

Hazret-i Şeyh Fazlullah ziyareti: Evliyâlarm büyüklerinden ulu sultandır.

Molla Arab Cebbarî Hazretleri: Dağ dibinde camii avlusunda gömülüdür.

Subhanî kulübenin sakini, ârif-i billah Şeyh Zeynüddin Hâfî ziyareti zamanında

Mevlânâ Aşcızâde: İlimler deryasıdır.

Hüsameddin Çelebi: Zahiri ve batını tamamlamış muhterem bir zât imiş.

Ve Hâlis Dede.

Şeyh Seyyid Ali-i Belhî

Şeyh Seyyid Ali-i Belhî: Nakşibendî tarikatından ulu sultandır.

Yoğurtlu Baba: Horasan erenlerindendir.

Hayâli Efendi: Hayâlı kitabının mü’ellifidir.

Hayâli civarında Şeyh Aliyyüddin Efendi Şeyh Bekri.

Din deryasının dalgıçlarının önderi, yakin denizinin özü Şeyh Tâceddin ziyareti: .

Gavs-ı azam mertebesinde Hazret-i Zeyneddin.

Bunlar da te’lif sahibi ilim deryası kimselerdir.

Rabbânî hikmetin madeni, saklı güneş Şeyh Karamanı ziyareti: .

Şeyh Abdüllatif Efendi ve Şeyh Hacı Halife: Bayramı tarikatında ulu sultandır. Ve Şeyh Abdülaziz Efendi.

Şeyh Safiyyüddin ziyareti.

Şeyh Muslihiddin-i Rumî oğlu Mu’allimzâde Mehmed: Mâ-nâlar dalgıcı bilginlerden bir çelebi imiş. Te’lifatları değerlidir. Vefatına tarih, Hayâlı güftesiyle;

Makarr olsun ana firdevs-i a’lû Sene 980 [1572].

Alim ve yüce zât Şeyh Hazret-i Seyyid Ali: Mekkelidir.

Mevlânâ Haşan Çelebi: Tefsirci ve hadisçi büyük âlimlerdendir.

Sadr sahibi imam ve kadri yüce zât Hızır oğlu Molla Husrev: Dürer ü Gurer sahibi, âlimler sultanıdır. Bunlar da Zeyneddin Hâfî yanında gömülüdür. Orada bir küçük tekkesi vardır. Gayet karanlık ibâdet yeri köşesidir. Dürer ü Gurer’i orada yazmıştır. Bu hakir teberrüken o küçük tekke odasında bir hatm-i şerîfi tamam etmeyince dışarı çıkmayıp sevabım Molla Husrev ruhuna bağışladık.

Şeyh Abdüllatif Makdisî: Yıldırım Han imamı idi.

Hızır Şah Efendi: Tefsirci, hadis bilgini ve yazardı.

Sarımsakçızâde Süleyman Efendi: Eski Kaplıca yakınında başka bir nur dolu kabri vardır. Osmanoğulları diyarında ve başka İslâm diyarlarında okunan Mevlûd-i Şerif kitabını bu Süleyman Efendi [240a] yazmıştır.

Yıldırım Han Camii yakınında büyük bir mağara içinde nice yüz yıldan beri cenazeler iskelet haline gelmiş olup taptaze açıkta yatarlar, gömülü değillerdir. .

Mevlânâ Seydî: Ali torunlarındandır. Bursa mezarlığında gömülüdür.

Yusuf el-Bağdadî oğlu Bağdadîzâde Haşan Çelebi: Güvercin ruhu ten kafesinden kanatlanıp Bursa’da Zeynîler’de konarak orada yuva etti. O makam hâlâ insanların ziyaret yeridir.

Mevlânâ Hüsâmeddin oğlu Mehmed oğlu Hüseyn Hüsâmeddin, meşhur Kara Çelebizâde: Emir Sultan Camii önünde gömülüdür.

Muhterem rükn, muhteşem kutup, zamanın zâhidi ve âbidi Şeyh Mehmed Üftâde Efendi: Üsküdarlı Mahmud Efendi’nin şeyhidir. Bunlar Celvetî tarikatındandır. Lâkin Mahmud Efehdi Celvetî tarikatının kurucusudur. Üftâde Efendi Bursalıdır. Yine Bursa’da İç kale içinde camilerinde medfundur ki büyük bir tekkedir. Vefatına tarih:

Düşdü ıskât-ı bâ ile tarih

Göçdü Üftâde Bursa’nın kutbu

Sene 988 [1580].

Keramet ve yüksek makam sahibi idi.

Mevlânâ Kemâleddin, meşhur Bakara Dede: Amasya yakınında Sonisa kasabasındandır. Önce altmış sene debbağlık (deri işleyicisi) işinde ömür tüketip kendini yetiştirmişti. Ancak secde ilimlerini unutmuştu. Hak hidayet edip Amasya müftüsü Hatib Kasımzâde’den kara heceden başlayıp bir senede Kelâm-ı İzzet’i tamamladı. Yedi senede de nice ilimleri tamamlayıp Bursa Muradiye Medresesi ihsan olundu. Uzun seneler yaşadıktan sonra yüksek makamlar elde edip ciltlerle değerli kitaplar yazmıştır. Hatta Dede Cöngü adındaki kitap bu zâtın teklifidir. Geçici dünyaya Bursa’da veda edince Emir Sultan civarında defne- dilmiştir. Vefatına tarih:

Gülşen-i cennât ana me’vâ ola. Sene 975 [1567/8].

Mevlânâ Şeyhülislâm Aziz Efendi: Han zamanında müftü idi. Azl olunup Bursa’ya sürüldü. Deveciler mezaristanı yakınında ana yol üzerinde gömülüdür.

Mevlânâ Sâlih oğlu Ali: Vâsi Alisi namıyla şöhret bulmuştu. Hümâyûnnâme’nin yazarıdır. Ama nice yazdığı kitapları var ki herbiri birer hazinedir.

Akşemseddin oğlu Şeyh Nurullah: Babasından yüz çevirip Bursa’ya marifet öğrenmek için gitmişti. Odasında kalem-tıraş ile kalem yontarken kalemtıraş karnına batınca rahat uykusuna yatıp cennet diyarına gitti. Kabri, Zeynîler yakınındadır.

Şeyh Bekri

0

Bu türbe içinde olan askılar, mücevher eşyalar meğer Ravza-i Mutahhara’da ola. Burada olan kıymetli ibrişim halılar bir türbede yoktur. Mübârek kabrin dört tarafında nice yüz altın ve gümüş çerağlar, mücevher kandiller, kırkar ve ellişer okka gelir saf altınla bezenmiş şamdanlar, çerağdanlar, buhurdanlar ve gülâbdanlar ile süslenmiş nurlu bir türbedir.

Sandukasının her tarafında Yâkût-ı Muşta’simi, Şeyh Bekri, Abdullah Kirimi, Hâlidî, Demirci Kulu, Zehebî, Şeyh, Şeyhoğlu Dede Mehmed, Karahisarî ve Karahisarî Haşan Çelebisi hattıyla anılan hattatların yazdıkları Kur’an-ı Kerimler var ki her biri birer dahme-i Efrasiyab değer Kur’an-ı Kerimlerle süslenmiştir. Sandukası ibrişim ipek ile örtülüdür.

Baş tarafları mahallinde yeşil Hüseynî imâmesi ile bir heybet ve asalet üzre yatmaktadırlar ki insan bu türbeye girdiğinde güz yaprağı gibi tir tir titrer. Bazı kimseler edeplerinden içeri girmeyip mübârek başlarının bulunduğu taraftaki pencereden Fâtiha okuyup gider. ‘

Kabrinin, kıble tarafı şirin nurlu bir camidir. Avlusunun dört tarafı fukara odalarıdır. Bir yemek pişirilen imareti vardır ki gece ve gündüz bütün insanlara dağıtılır. Binlerce keşif ve kerametleri görülmüş tasarruf sahibi ulu sultandır.

Yenişehri’nde kardeşi Sultan Ahmed

Hikâye: Kaçan kim Sultan I. Selim Bursa Yenişehri’nde kardeşi Sultan Ahmed’i şehit ettikten sonra Bursa’da bütün atalarını ziyaret eder. Sonra Emir Sultan’m türbesine gelip ruhaniyetlerinden yardım isteyip ziyaret ederken hemen Hazret-i Emir merkadinden,

“Ey Selim, ‘Allah’ın dileğiyle hepiniz güven içinde Mısır şehrine girin’ [Yusuf, 99] âyeti sesi geldiğini bütün ziyaretçiler ve orada bulunanlar duyup;

“Müjde padişahım, sana Mısır fethi müjdelendi” diye Selim Şah’ı uyardılar. Kemâl Paşazâde Ahmed Efendi bu niyete “el- Fâtiha” dediler customized istanbul city tour.

Fâtiha-i şerifi de Hazret-i Emir’in kabri içinde okunduğunu işitip Mısır’a gittiler ve feth ettiler. Hazret-i Emir bu mertebe ulu sultandır.

Ve İlâhî sırların müftisi, sonsuz nurların mücahidi Ahmed el- Bistâmî oğlu Ali oğlu Şeyh Abdurrahman: Tefsir, hadis ve fıkıh ilminde benzersiz bir bilgindi. Şiir ilminde de dengi olmayan belâgat sahibi bir zâttır. Kendilerinin Bursa’da oturduklarına delil olan bu seçkin beyitler onlarmdır. Müfred:

Fakır u garîb ete’r-Rûm zâyiren

De’a Abdurrahman el-mukîm bi-Bursa

Yine Bursa şehri içinde medfundur.

Gânim el-Ensârî oğlu Ali oğlu Abdurrahman oğlu Şeyh Abdüllatif Makdisî [239a]: Bunlar Konya’ya varıp Sadreddin-i Konevî hazretlerini ziyaret ederken nur dolu türbeden bir el çıkıp bu şeyhi eteğinden çekerek sanduka yanında oturtup;

“Yâsîn-i şerîf’i oku” sesi duyulunca hemen adı geçen zât yüksek sesle Yâsîn-i şerîf’i okur. Keşif ve kerâmet sahibi bir zâttır. Oradan Bursa’ya gelip 856 [1452] tarihinde Zeynîler Zâviyesi’ni yapmışlardır, orada yatmaktadır. Çelebi Mehmed Han zamanında bundan ulu sultan bilinmez idi.

Molla Yegân oğlu Mehmed Şah

Sonra zamanın zahidi ve çok ibadet edeni Molla Yegân oğlu Mehmed Şah: II. Murad âlimlerinden olup Zeynîler’de gömülüdür Toprak âlimlerin tenini çürütmez.

Ve Mevlânâ Yusuf Balı ibn Yegân: Telvih kitabına değerli bir haşiyesi (izahı) vardır. Bursa şehrinde yatmaktadır. Nice garip ve tuhaf ilimlere sahip idi.

Ve Abdullah-ı Kırîmî oğlu Seyyid Ahmed: Bunların da Telvih’e muğlak açıklaması vardır. II. Murad Han’ın Merzifon’daki medresesine müderris olmuştur. Bursa’da yatmaktadır.

Ve İbrahim oğlu Mevlânâ Ilyas: Sinop şehrindendir. Bunlar çok hızlı yazı yazdıklarından bir günde muhtasar Kitâb-ı Kudûrî’yi yazmışlardır ki insanın gücü yetecek şey değildir. Fıkh-ı Ekber’e değerli bir şerhi (açıklaması) vardır. Bursa’da Zeynîler yanında yatmaktadır.

Şeyh Akbıyık Sultan: Bayramı tarikatı fukaralarındandır. II. Murad Han zamanında tarikat önderi (şeyh) olup nice bin fukara müridi var idi. Sonunda Îlâhî aşk ile vefat etmiştir. Bursa içinde mahallesinde tekkesi içinde yatmaktadır.

Şeyh Uzun Muslihiddin: Bakır Küresi’ndendir. Bursa’da Şeyh Tâceddin hazretlerinin nur dolu mezarlarında bir hasır yaygı üzerinde kırk gün Yâsîn-i şerif okuyup kırkıncı gün mübârek kabir üzerine Allah’ın emriyle ruhunu teslim edip gaşl ederler. Tâceddin hazretlerinin yanında defn ederken mübârek bir el Tâceddin kabrinden belirerek eliyle Şeyh Muslihiddin’e yer hazırladığım orada hazır olanların hepsinin gördükleri anlatılmaktadır.

Ve Yusuf oğlu Ali oğlu Mevlânâ Mehmed Şah: Fenârî oğullarındandır. Fâtih zamanında doğmuştur. Zeynîler civarında yatmaktadırlar. .

Sonra ruhanî âlemin kutbu, Rabbânî hikmetin madeni, Molla Fenârî: Aleyhi rahmetul-bârı. Murad-ı Sânî’nin ve Ebülfeth’in zamanında hâce-i âlem ü âlim idi. Cemî’î ulûmda te’lîfâtı vardır. Mevtine tarihdir: “Cennetul-Firdevs” sene 834 [1430],

Sonra vahdet meczubu, izzet meslûbu Şeyh Abdâl Mehmed: Ana yol üzerinde güzel türbesi var, gelen geçenlere dinlenme yeri, ibadet yeri ve safa tekkesidir.

Şeyh Ramazan Baba: tarafında bir yeşillik ve havadar yerde gömülüdür. Yalınayak, başı kabak, ârif-i billah Bektaşî fukaraları vardır.

Şeyh Cenubî Efendi: Mevlevihane şeyhi olduğundan tekke avlusunda gömülü bir azizdir.

Ruhanî âlemin kutbu, Rabbânî hikmetin madeni Şeyh Haz- ret-i İshak-ı Kâzrunî ziyareti: Mübârek isimleri İbrahim’dir, künyeleri Ebu îshak’dır. Annesi Şehriyar Hatun idi. Ermeni krallarının kızı idi. İslâm ile şereflenerek Akçakoyunlu padişahlarının birine nikâhlanıp Hicretin 352 Ramazan’mda [Ekim 963] salı gecesi dünyaya gelip zamanında meşhur olmuştur. Kutuplar kutbu mertebesinde iken vefat edip Erzurum’da Tebriz Kapısı’nm iç yüzünde bir kule içinde defnedilmiştir. Revan Kalesinde kuşatılıp mecburen Van’ı Kızılbaşa veren şehid Murtaza Paşa, Ebu İshak ile bir türbede yatar. Bu hakir o türbeyi ziyaret ettiğimizde bir ak sakallı yaşlı bir avret türbedarı var idi.

Toprak âlimlerin tenini çürütmez

0

“Yaptığın doğru mu? Allah gözünü kör etsin.” Bu sözleri duyunca Allah’ın emriyle çok şiddetli bir rüzgâr çıkıp kabrin bütün tozu Molla’mn gözüne girer. Molla Allah’ın emriyle kör olur. Meğer adı geçen Molla;

“Toprak âlimlerin tenini çürütmez” kelâmını inkâr edermiş. Yıllarca kör kalıp bir gün Orhan Gazi veziri ivaz Paşa anılan Molla’ya gücenip der;

“Ayâ ol günü görem mi ki o kör Şemseddin Muhammed’in cenaze namazım kılam” der. Derhâl ivaz Paşa’nm bu sözünü kör Molla’ya yetiştirirler. Mevlânâ da buyururlar ki;

“Cenâb-ı izzet Kahhâr, Kayyûm ve Kâdirdir ki bir anda ivaz Paşa’yı kör ede. Bu hakiri görür hale getirip onun namazını bu âciz hakir kıla” der.

İvaz Paşa

Tanrı’nın hikmeti az müddet geçmeden bir gün Yıldırım Han, ivaz Paşa’ya bir husus için öfkelenip İvaz Paşa’nm iki gözlerine mil çektirir, ivaz Paşa kör olur.. Tanrı’nın hikmeti o Kadir gecesinde Mevlânâ Şems kadre erip nergis gözleri Allah’ın izniyle aydınlanıp ivaz Paşa’nm cenazesine imam olmuştur. Âlimlerin bir keşif ve kerametidir. 833 [1430] tarihinde vefat ederek Bursa’da kendi medreseleri yanında gömülmüşlerdir. Zahir ve batın ilimlerinde yetişkin ve mükemmel idi. Allah rahmet eylesin.

Vefa denizi, şifa yurdu, saygı merkezi, ihtişam kutbu, zamanın zahidi ve dindarı (Ali oğlu) Şeyh Şemseddin Mehmed, yani Hazret-i Seyyid Emir Sultan: Hz. Hüseyin soyundandır. Buhara’da dünyaya gelmiştir. Hac emrini yerine getirmek için Mekke-i Mükerreme’ye, oradan Medine-i Münevvere’ye gelip atası Hazret-i Resûl’ü ziyaret ederken Medine şerifleri;

“Nedir bu sende Âl-i Muhammedi sikkesi” diye itiraz edip saldırırlar ve şerifler surresini vermezler. Hemen Hazret-i Emir;

“Gelin atamızın huzuruna varıp şer’ ile yüzleşelim. Hangimiz temiz soydan ise onlar hüküm buyursunlar” diye bütün Mekke şeriflerini Peygamber Efendimizin huzuruna götür. Hemen Seyyid Emir;

“Es-selâmualeyke ey Ceddim” der customized tour istanbul.

Hemen Ravza-i Mutahhara içinden;

“Ve aleykümüsselâm ey evlâdım, Muhammed bin Ali” diye Peygamber Efendimizin sesi gelip;

“Oğul! Anadolu’ya doğru elinde bir kandil ile yürüyesin.” buyururlar. Hemen o mahalde bütün Mekke şerifleri Emir hazretlerinin ayaklarına düşüp nice yüz şerifler de birlikte Emir Sultan ile Anadolu’ya doğru yola çıkarlar. Görseler ki havada asılı bir kandil birlikte konak konak gidip karanlık gecelerde üzerlerine nur gibi ışık verir. Ta ki Bursa şehrine girdiklerinde o kandil sönüp kaybolur. Emir Sultan bütün fukaralarına:

“Ey dostlar, bizim ömrümüz kandil bu şehirde sönüp makamımız bu şehir olması işaretidir” buyururlar. Hemen Bursa ileri gelenleri Emir Sultan’m ayak tozuna yüz sürüp dört kere yüz bin adam müridi oldular. Zira o kandil ışığı ile bu zâtın Bursa’ya gir-diklerini her menzilde bütün âşıkları görür. Bursa halkı da üç gün üç gece o kandili görerek ulu sultan olduğuna tanıklık ettiklerinden bütün Bursa büyükleri Hazret-i Emir’den dervişlik cihazını kabul edip fukarası oldular.

Bizzat Yıldırım Bayezid Han önlerinde yaya yürüyüp dervişi olduklarından başka Yıldırım Bayezid Han, Nilüfer Hanım adındaki kızlarını Emir Sultan’a nikâhlaymca büyük sevinç ve şenlikler oldu. Anadolu diyarında bir velvele veren aziz oldu ki cihanda zamanın seçkini oldu. Hattâ Yıldırım Han, Ulu Cami’i yaptığında ilk cuma namazı kılındıktan sonra Yıldırım Han, Emir Sultan’a:

“İyi cami olmadı mı sultanım”, der. Emir Sultan:

“Kati güzel ve süslü cami olmuş ama ortasında beş on küp (damlası bile haram) şarap gerektir ki gelip giden cemaatler mel’un şaraptan içip gideler, hemen o eksiktir” deyince Yıldırım Bayezid Han:

Emir Sultan

“Yâ Sultanım! Bu ibâdethanedir. Hiç ne mümkündür ki böyle camide şarap ola” diye cevap verir. Hemen Emir Sultan:

“Bak a Yıldırım, bu camii sen inşa edip içine şarap komayı irtikâb etmeyi makul görmedin, sen ki Cenâb-ı Bârî’nin Kudret eliyle bir damla meniden yarattığı ism-i. azam tılsımı, arş ve kürsi meleklerinden üstün ve şerefli Allah’ın evi olasın. Özellikle insanoğlu hakkında Allah ‘Mü’minin gönlü Allah’ın Arş’ıdır.’ diye. Sen o Allah’ın arşı içine Allah’dan korkmadan nasıl gece ve gündüz pis şarap korsun” deyince hemen Yıldırım Han uyanıp şaraba tövbe eder Abaza Paşa devlete baş.

Emir Sultan hikâyesi: Timur Acem ellerinden çıkıp Bursa üzere gelirken Hazret-i Emir’e derler ki:

“Sultanım, Bursa üzerine eşkıya geliyor. Fakirlerin hali neye varır” derler. Emir de:

“Tahta’|-kale sahibi işini bilir. Eskici Kocaya ve Hazret-i Hızır’a ısmarlamıştır. Onlar iş başında memurlardır. Onlar bilir” derler. İşin sonunda Yıldırım Bayezid Han bozguna uğrayıp âhirete göçtükten sonra Emir Sultan bir tezkire yazıp;

“Var şu yaprağı Timur ordusunda bir Koca Eskici vardır, ona teslim eyle. Bu menzilden hareket buyursunlar” diye bu tezkireyi bir fukarasına verir. Derviş hemen tezkireyi Eskici Koca’ya teslim edince; ,

“Aziz hazretleri öyle mi buyurdular. Nola bu mekandan kal-kalım” diye iğnesini başına sokup gayrı âletlerini torbasına koyup kalkınca azametullah Timur ordusunda bir kurulmuş çadır ve çerge kalmayıp bütün Timur ordusu o mahalden kalkıp bölük bölük giderler. Meğer o eskici kutuplar kutbu imiş. Nice bunun gibi hikâyeleri var. Bir ciltli kitap Menâkıb-ı Emir Sultandır.

Emir Sultan’ın vefat tarihi :

“Oldu intikâl-ı emir”

Sene 833 [1430],

Bursa şehrinin dışında, doğu tarafında bir yüksekçe havadar yerde büyük bir türbe içinde medfundur. Yüksek kapısının kanatları baştan başa gümüş pullar, gümüş halkalar ve gümüş musanna sürgüler ile süslenmiştir. Kapının girişi de tamamen gümüş eşiktir. Bu kapıdan aşağı altı basamak taş merdiven ile mübârek türbesine inilir. Bütün duvarlarının içi ve dışı tamamen ibret verici bukalemun nakşı kâşî çinidir. Pencerelerinin dört adedi batı tarafına, Bursa ovasına bakar tunç pencerelerdir. Dört penceresi de kıble tarafında cami avlusuna bakmaktadır.

EKŞİLİ BALIK

0

Aylardır verdiğimiz tarifler amacına ulaşmış; Marmarisliler artık evlerinde eskisi gibi geleneksel balık mutfağının çeşitlerini yapıyorlar. Ayrıca Bu sayıda tarifini verdiğimiz Ekşili Balığı pişirdiğimiz mekan olan Yelken Restoran’da ve bir kaç Marmarislinin daha işlettiği restoranlar da mönülerine Marmaris’in bu özel balık yemeklerini eklediler. Bu restoranların tek rakibi ev hanımlarıf Balığı normalde erkek pişirir fakat bu tarifler genelde bayanlar tarafın rağbet gördü, tavada kızartıp geçmeye benzemez!). Erkeklerin kolaya kaçıp tavayla işi bitirme girişimleri artık yutulmuyor. Ama bu tarifler o kadar kolay ki tembel erkekleri de harekete geçirebilir. Hadi o zaman rekabeti arttıralım ve restoranları, kadınlan ve erkekleri birbirine düşürecek o muhteşem lezzetin tarifine ve yapılmasına başlayalım..

Malzemeler

1 Kg. Balık (tercihen Lapa-Kopez veya Hanyuz),

1 kahve fincanı zeytinyağı,

1 çay kaşığı karabiber,

1 çay kaşığı kimyon,

1 çay kaşığı tuz,

1 tatlı kaşığı(çekilmiş) sarmısak

1 tatlı kaşığı pul biber,

1,5 limon suyu,

2 çorba kaşığı salça,

2 çorba kaşığı un, su

YAPILIŞI

1 -Balıklar pulları, kamı ve solungaçları alındıktan sonra tuzlanır.

2-Tuzda üç saat bekletildikten sonra, unlanıp, zeytinyağında kızartılır.

3-Ayn bir tavada yine zeytinyağı ile iki yemek kaşığı un pembeleşene kadar kavrulur.

4-Sonra salçada ilave edilip, kavrulmaya devam edilir.

5-îçine yetecek miktarda su ilave edilir. Sanmsak ve limon eklendikten sonra kaynamaya bırakılır.

6-Unlanarak kızartılmış balıklar hazırlanan sosun içine düzenli bir şekilde yerleştirilir. Baharat olarak karabiber, pul biber ve kimyon koyulur. On dakika daha kaynatıldıktan sonra sıcak olarak servis yapılır.

Read More about Ebru

Hasankeyf

0

Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında yapımı süren llısu Bara- jı’nın suları altında kalma tehlikesi yaşayan tarih ve kültür hâzinesi Hasankeyf, tüm yaşananlara hatta Dicle’nin sularına meydan okurcasına bütün görkemiyle dimdik ayakta…

Romalılar’ın, İran sınırını denetim altında tutmak için Dicle’nin yatağından 100 metre kadar yüksekte bir kale yapmasıyla başladı Hasankeyf ile Dicle’nin komşuluğu… Artuklular’ın,12’inci yüzyılda Dicle’nin geçit vermez sularının üzerine yaptıkları köprüyle de birbirlerine sıkı sıkı bağlandı iki komşu… Ancak hırçın komşu Dicle’nin suları önce Hasankeyf Köprüsü’nü yok etti. Şimdi de Dicle’nin sularının Hasankeyf’i tamamen yok etmesi gündemde…

Hasankeyf sokaklarına ilk adımını atanları, “Barajımı istiyorum”, “Baraj medeniyettir” pankartları karşılasa da hiç kimsenin gönlü yüzyıllar boyunca binbir felakete direnerek günümüze ulaşan bu topraklarının sular altında kalmasına razı değil. En güzel de çocukların dudaklarında ifade buluyor Hasankeyfliler’in istekleri: “Önce tarihi kurtaralım, sonra baraj yapalım…”

Hasankeyf’in tek geliri turizm

Baraj sularının altında kalacağı için yıllardır hiçbir yatırımın yapılmadığı Hasankeyf’te yaşayanların en önemli gelir kaynağı tarihin bıraktığı mirası görmeye gelen yerli ve yabancı ziyaretçiler…

Etrafında sayısız eski mağara konut barındıran Hasankeyf’e gelenlerin zamanda yolculuğu, Hasankeyf Kalesi’ne doğru tırmanmalarıyla başlıyor. Kaleyi gezmeye başlayanların gönüllü rehberliğini Hasankeyf’in çocukları yapıyor. Küçük rehberlerin efsanelerle süsleyerek anlattıkları birbirinden ilginç öykülerle tarihin bilinmez dehlizlerine doğru bir yolculuğa çıkıyorsunuz ince.

Kalenin içi kimine ev kimine de işyeri olmuş… Hasankeyfliler, keçileri, eşekleri, köpekleriyle tarihin koynunda yaşamlarını ördürüyorlar. Kaleye tırmanmaktan yorulduğunuzda yerleri minderler ve halılarla kaplı otantik bir mekanda oturup tarihe e Dicle’ye karşı buz gibi bir ayran ya da sıcak bir çayı yudumlayabilirsiniz. Ya da canınız yöresel giysiler, el emeği ürünler allak istiyorsa kaledeki yolculuğunuz sırasında mutlaka bu tür rünler satan dükkanla karşılaşırsınız.

Hatta Türk Sineması’nın ölümsüz yapıtlarından “Boş Beşik” filminde kullanılan beşik de mola verdiğiniz otantik mekanlardan birinin tavanında asılı bir şekilde sizi karşılar. Kalenin en üst noktasına ulaştığınızda ise muhteşem manzarasıyla bütün Hasankeyf, ayaklarınızın altına serilir… Karnınız acıktığında ise kalenin eteklerinde Dicle’nin suları üzerinde kurulu balıkçı lokantalarında taptaze balıklar sizi beklemektedir…

Asıl adı Süryanice kökenli Hesna Kepha’yken, Osmanlı egemenliğine girdikten sonra Hasankeyf diye anılmaya başlanan bu tarihi kent, 5’inci yüzyılda bir Süryani piskoposluk merkeziydi. Daha sonra Abbasiler’in, Hamdaniler’in ve Mervaniler’in yönetimine girdi. Bu dönemlerde Hasankeyf, Arapça’da “kayahisar” ya da “kayakale” anlamına gelen “Hısn Kayfa” adıyla anıldı.

Diyarbakır ve Cizre’yi bağlayan önemli kara ve su yolu üzerin-de bulunan ve savunulması kolay bir nokta olması nedeniyle pek çok medeniyeti ağırlayan Hasankeyf, 1101-1231 tarihleri arasında Artuklular’a yurt ve başkentlik yaptı. Hasankeyf, bu dönemde önemli eserlere kavuştu. Ancak bu eserlerin büyük bir bölümü 1260 yılında İlhanlIlar tarafından yağmalanıp tahrip edildi. Artuklular’ın yürüttüğü bayındırlık çalışmalarıyla değerli mimari eserlere ve bir darphaneye kavuşan Hasankeyf, İlhanlılar’ın bu saldırısından sonra eski canlılığını ve zenginliğini koruyamadı.

Yörede kısa bir süre egemen olan Akkoyunlular, Hasankeyf’te yeni yapılar inşa ederken, yıkılan bazı Artuklu eserlerini de onardılar. Daha sonra Safevi Devleti’nin yönetimine giren Ha-sankeyf, 1517’de Osmanlı Devleti’ne katılarak, Diyarbakır Eya- leti’ne bağlı bir sancak merkezi yapıldı.

Suyu kinetik enerjiye çevirerek insanlığın hizmetine sunan ve aynı zamanda su saatleri, otomatik kapılar, çeşitli fıskiyeler, şif¬reli kilitlerin mucidi 12’inci yüzyılın en önemli bilim adamların¬dan El Cezeri’nin yaşadığı bu topraklar, günümüz de pek çok kültürün izlerini barındırıyor.

Read More about EKŞİLİ BALIK

Ebru

0

Geleneksel Türk sanatlarının en eskilerinden biri olan ebru, günümüzde sadece birkaç meraklının çabalarıyla sürüyor. Oysa ebru, her yönüyle farklı ve benzersiz bir sanat

Ebru, kâğıt süsleme sanatlarının en önem-lilerinden biri… Bütün Osmanlı sanatlarında olduğu gibi usta-çırak usulü ile öğrenilen ve sanatçının iradesi dışında birçok değişkenden etkilenen bir sanat. Ebru, renklerin suyla dansımn yarattığı bir ahenk aslında. Bazı kaynaklar ebrunun, yüz suyu anlamına gelen “ab-ı ru” sözcüğünden, bazı kaynaklar ise Orta Asya dillerinden Ça- ğataycada hareli görünüm, damarlı kumaş ya da kâğıt anlamına gelen “ebre’den geldiğini söylese de en yaygın kanı, kelimenin kökeninin Farsça bulutumsu anlamına gelen ‘ebri”den gelmiş olduğu.

Zorlu ve emek isteyen ebru, geri dönüşü ve tekrarı olmayan, çok değişkenli bir sanat. Birçok eski eserde süsleme amacıyla kullanılan ebru, geleneksel el sanatlarımızdan olmasına rağmen yakın zamana kadar unutulma tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Dünya çapında çeşitli milletler, özellikle de İtalyanlarca sahiplenmeye başlanmış, bazı ülkelerde ebru yapımı sırasında kullanılan malzemeleri üreten firmalar boy göstermişti. Ebru sanatında son devrin piri merhum Mustafa Düzgünman, yetiştirdiği öğrencilerle bu sanatın korunup tanınmasında etkili oldu.

Ebru yapımı

Günümüzde yirminin üzerinde farklı çeşidi olan ebrunun yapılışı oldukça zevkli ve sabır isteyen bir iştir. Önce uygun bir kâğıt seçmek gerekir. Çünkü her kâğıda ebru yapılmaz. Kâğıt, boyayı iyice emecek nitelikte ve dayanıklı olmalıdır. Eskiden hattatlar yazı yazmak için yüzeyine “ahar” denen özel karışımlı (nişasta ve yumurta akı) bir sıvı sürülen ve bu yüzden “aharlı” denilen kâğıt türünü yeğlerlerdi. Ebrucular ise bu tür kâğıtlar boyayı iyi emmediği için “aharsız” da denen ham kâğıt kullanırlardı.

Ebru için gereken malzemeler

Ebru yapmak için genellikle dikdörtgen biçiminde, büyükçe ve yayvan bir tekne gerekir. Geven denilen otun gövdesinden elde edilen ve beyaz renkli bir tür zamk olan kitre, belli bir oranda, suyla bir kabın içinde karıştırılır. Kitre yerine salep, keten tohumu, ayva çekirdeği, gazyağı gibi birçok değişik madde de kullanılmaktadır. Kitre ile yapılan bu karışım 12 saat kadar bekletilir ve zaman zaman katıştırılır. Kitre bu süre sonunda erir ve karışım boza kıvamını alır. Daha sonra küçük fincanlarda ebru için boya hazırlanır. Bu amaçla kullanılacak boya çok ince toz haline getirilmeli ve suda eriyip dağılmayan bitkisel ve kimyasal boyalardan olmamalıdır. Fincanda su ile iyice karıştırılarak sıvılaştınlan boyalara ayrıca iki kahve kaşığı taze sığır ödü katılır.

Bu işlemin amacı, iyice ezilmiş boyanın dibe çökmeden yüzeyde kalmasını sağlamaktır. Bu biçimde hazırlanan değişik renkteki boyalar, özel tekneye boşaltılmış olan boza kıvamındaki sıvının yüzüne serpilir. Yüzeyde birikintiler halinde kalan bu boyalar daha sonra tahta bir çubukla karıştırıldığında ya da yayıldığında, şaşırtıcı ve ilginç desenler ortaya çıkar. Ayrıca hazırlayanın isteğine göre belli desenler de elde edilebilir. Bu desenlerin üzerine yatırılan özel kâğıt, 5-10 saniye sonra, iki ucundan tutularak kaydırmadan ve oynatmadan, kitap sayfası açar gibi bir yana doğru kaldırılır.

Kâğıt, boyalı tarafı üste gelmek üzere uygun bir yere serilerek kurutulur. Böylece ortaya binlerce ayrıntı ve renk taşıyan desenler çıkar. Eğer, bu desenlerin arasına bir yazı ya da herhangi bir çiçek motifi yerleştirilmek istenirse, başka bir yöntem uygulanır. Yazı ya da motif, bir kâğıda yazılır ya da çizilir. Keskin bir araçla kenarları kesilip kalıp çıkarılır ve ebru kâğıdına zayıf bir yapıştırıcı ile yapıştırılır. Kâğıdın, yapıştırılan desenin bulunduğu yüzeyi yukarıda anlatıldığı gibi teknenin içine yatırılır. Elde edilen ebru kuruduktan sonra, hafifçe yapıştırılmış olan bölüm sökülünce yazı ya da motiflerin yerleri boş kalır. Bu yöntem hattat ve ebru ustası Necmeddin Okyay tarafından bulunduğu için bu yöntemle yapılan ebrular “Necmettin Ebrusu” denir.

Ebru türleri

Ebrunun “battal ebru”, “taraklı ebru”, “çiçekli ebru” gibi türleri bulunuyor. Battal ebru, bilinen en eski tarz. Diğer bütün desenler, battal deseninden çıkıyor. Bu desene ebrunun anası ya da atası demek mümkün. Yapımı öd sıralarına göre, yani ödü az olan boyalan önce, çok olan boyalan sonra atma suretiyle yapılır. Tek veya çok renkli olabilir. Boyalar teknenin yüzeyine serpilir ve daha sonra kâğıda aktarılır. Taraklı ebru ise battaldan sonra yapılan gelgit deseninin üzerine taraklar yardımı ile yapılan desen türüdür. Gelgit yapmadan da taraklar yardımı ile değişik desenler elde etmek mümkündür. Ebru, ciltçilikte ve hattatlıkta çok kullanılırdı.

Read More about Hasankeyf

Yeni Ahit

0

Bu tablo halen bütünün bir parçası olmaktan öteye gidemiyor ama yine de İsa’nın izinde bir zaman yolculuğunu yönlendirebilecek nitelikte.

İsanın kendisi geride tek metin bile bırakmadı. Aralarında hiçbir âlimin bulunmadığı yoldaşları da, onlara önemli görünen şeyleri sözle aktardılar ama yazıya geçirmediler. İsa’nın hayatı ve icraatlarına ilişkin en önemli kaynak Yeni Ahit’tir. Dilbilimciler ve din bilimcilerin İncil’deki metinleri yorumlamalarından ortaya çıkardıklarına göre, ancak 40-50 yılları arasında Hıristiyanlar, Celileli adamın birçok konuşmasını ve meselini toplayıp kâğıda döktüler. Ama bu «kelam kaynağı» (ya da konuşma kaynağı) çoktan kaybolup gitti.

Muhafaza edilmiş en eski tanıklıklar, Paulus’un 50 yılından sonra kaleme aldığı mektuplardır. Helen kültürü almış bu Tarsuslu Yahudi, İsa’yı şahsen tanımıyordu, muhtemelen onun vatanı Celile’yi de öyle. Son akşam yemeğinin betimlenmesi dışında, az sayıda biyografik bilgi aktarır.

Matta ve Luka

Biyografik bilgiler ancak Markos, Matta ve Luka’yla birlikte gelir. İki yüzyıllık yoğun bir metin araştırmasından sonra bugün çoğu bilim adamı, Markos’un 70 yılından hemen önce ağızdan ağza aktarılan bilgilerden «Müjde»sini (Grekçe evangelion) yazdığında hemfikir. Matta ve Luka daha sonra, birbirlerinden bağımsız olarak, Markos İncili, kelam kaynağı ve kendi kaynaklarından 75-100 yılları arasında eserlerini kaleme aldılar. Birbiriyle yakın ilişkili olan bu üç «sinoptik İncil», 100 yılında ve muhtemelen onlardan bağımsız olarak kaleme alınan Yuhanna İncili’nden daha çok bilgi verir.

Ama dört yazar da çoktan hayallere karıştı. Örneğin antikçağ Hıristiyanları Luka’yı, Paulus’a birkaç yolculukta eşlik etmiş Yunan bir hekim sanıyorlardı. Yeni Ahit’te bazı belirtiler bulunmaktadır – Luka, Paulus’un yolculuklarını betimlerken, bazı yerlerde «biz» der; havarinin bir mektubunda «hekim Luka»dan söz edilir.

Antikçağdan kalma Yeni Ahit’in bugüne dek 5.000 dolayında eksiksiz elyazması ya da metin parçası keşfedildi; en eskisi, 125 yılında kaleme alınmış, üzerinde Yuhanna İncili’nin bir kısmı bulunan bir Mısır papirüsü. Ancak tek bir orijinal belge bile muhafaza edilememiş. Yalnızca antik kopyalar var.

Kesin olan, tüm İncillerin çağın dünya dili Grekçede kaleme alınmış olduğu. Yani onlar «çeviri», çünkü Celileli İsa Aramca konuşuyordu. Yine kesin olan, ilk Hıristiyan cemaatlerin bile «işlenmiş», örneğin aynı yazım tarzına sahip versiyonlar ürettirdiği. 150 yılında Yeni Ahit bugünkü haliyle bir araya getirildi. Diğer eski metinler -kelam kaynağı gibi- o günden sonra artık kopyalanmadı ve sonunda unutuldu. En önemli kaynak, çarmıha gerilişinden 100 yılı aşkın bir süre sonra işlenmiş toplama metinler. Böyle kaynaklara dayanarak, otantik olanları daha sonra eklenenlerden ya da değiştirilenlerden ayırt etmek son derece zor. Ve erken dönem Hıristiyanlara önemsiz görünen bilgiler, çoğunlukla sonsuza dek kaybolup gitti.

Sonradan, unutulan metinlerin parçalarının ortaya çıktığı nadir durumlarda da bunun pek yardımı dokunmaz. Örneğin 1945′te Yukarı Mısır’ın Nag Hamadi kentindeki eski bir Hıristiyan kütüphanesinde keşfedilen «Thomas İncili»nin en önemli bölümleri muhtemelen 100 yılından önce kaleme alınmıştır. 144 vecize içerir, her biri «İsa der ki» kalıbıyla başlar – ama Celileli adam hakkında başka hiçbir şey yoktur.

Read More about İsa

İsa

0

Yahudiye Valisi Pontius Pilatus riske girmek istemez. Kudüs’te durum gergindir; bu nedenle Romalı askerler tüm stratejik noktaları tutmuşlardır, öncelikle şehir kapılarını ve Tapınak Dağı’nın (Müslümanlar Haremü’ş-Şerif diye anıyor, İbrani’ce Har ha-Bayt) tepesindeki Antonia kalesini.

Ancak şehri kontrol etmek zordur. Henüz tamamlanmamış olan Tapınak’ın bulunduğu platonun dört bir yanında, tepeler ve vadiler üzerinde alçak, çoğunlukla iki katlı evler uzanıyor. Aralarında sokaklar, meydanlar, dar geçitlerden oluşan bir karmaşa. Normalde burada 40.000 dolayında insan yaşar, şimdi neredeyse bunun dört katı şehre doluşmuştur. Yılın en önemli dini kutlamalarından biri olan Pesah (Hamursuz Bayramı) yaklaşmaktadır.

Golan’daki Yodefat ve Gamladan hacılar akın eder, Celiledeki Kefernahum ve Nasıradan, Erihadan, İskenderiye, Yunanistan ve Romadan. Celileden yayan gelen yüzlerce kişi geceleyecek hanlar arar.

Tapınak Dağı

Satıcılar iki haftadır Tapınak’ın ön avlusunda pazar tezgâhlarını kurmaktadır. Şehrin diğer pazarlarında da tahıl, büyükbaş hayvan, meyve ve odun satılır. Şehrin yukarı kesiminden -Tapınak Dağı’nın batısındaki, rahipler ve soyluların ikamet ettikleri tepe- rahip ailesi Kathros’un aktar dükkânının kokusu gelmektedir.

Ancak bayram günü havasının ardında isyan pusuda beklemektedir. Pesah, İsrail halkının Mısır esaretinden kurtuluşunu anmak için kutlanmıyor mudur? Ve bu halk onlarca yıldır Roma boyunduruğu altında inim inim inlemiyor mudur? Dini duyguları kabarmış bir kalabalık, nefret edilen askeri birlikler, kutsal bir gün, uçsuz bucaksız bir şehir – büyük bir yangın çıkarmak için tek eksik, bir kıvılcımdır.

O sırada, Kudüs surunun üstündeki askerler, bir alay yandaşıyla birlikte Zeytindağı’nı aşıp Kutsal Şehre giren bir adamı gözlemektedir – Kudüs’te daha önce hiç görmedikleri bir adamı.

«Hosanna! [Yalvarıyoruz, kurtar]» diye bağırırlar yabancının önü sıra koşturanlar. «Efendimizin namına gelene şükürler olsun!»

Askerlerden biri, güneydeki şehir kapılarının birinden yapılan bu görkemli girişi Pilatus’a bildirecektir. Valinin tepkisi hakkında bilgi yok ama telaşa kapılmış ve sinirleri öncekinden daha da gerilmiş olsa yeridir.

Yahudi takviminin 9 Nisanı, Roma İmparatoru Tiberius’un hükümdarlığının 17. yılıdır – 2 Nisan 30, Pazar. Romalıları alarm durumuna geçiren o adam Nasıralı İsa’dır ve 120 saat kadar ömrü kalmıştır.

Celile’den gelen kişi dünyanın en büyük dini cemaatini kurar. Neredeyse iki milyar Hıristiyan bugün onun yolundan gidiyor. İki bin yıldır insanlar onun adına ölüme koşuyor ya da onun adına öldürüyorlar. Engizisyoncular onun adına binlerce kişiyi diri diri yakılmaya mahkûm etti. İnananlar onu yüceltmek için katedraller ve darülacezeler kurdu.

Peki ama, adı iki bin yıldır sevgi ve acıyı çağrıştıran bu Nasıralı İsa kimdi? Yaklaşık 300 yıldır bilim adamları, İsa’yı tarihsel boyutuyla kavrayabilmek için, bizi antikçağdan ayıran rivayetlerin sayısız karanlık tabakasını yavaş yavaş ortadan kaldırıyor.

Bu zaman içinde tarihçiler, dinbilimciler, dilbilimciler ve arkeologlar, dört bir yana dağılmış buluntular ve yeniden keşfedilmiş Eski İbranice metinlerden, iki binyıllık bir köy evinin duvarları ve çok eski bir balıkçı teknesinin çürümüş dış kaplamalarından, bir ruhani liderin mezarı ve idam edilmiş birinin iskeletinden, madeni paralar, kitabeler ve taş kaplardan büyüleyici bir yapbozu bir araya getirdiler.

O zamanlar Imperium Romanum’un doğu sınırındaki o yörede insanların nasıl düşündüklerini ve neler umduklarını, nelere inandıklarını ve nelerden nefret ettiklerini ortaya çıkardılar.

Read More about YENİ BİR PROTESTAN TARİKATI MOONCULUK

YENİ BİR PROTESTAN TARİKATI MOONCULUK

0

Koreli Protestan bir din adamı olan Sun Myung Moon henüz 26 yaşında genç bir papazken «Dünya Hıristiyanlarının Birleşmesi İçin Kutsal Ruh Birliği» adıyla bir tarikat kurdu (1946). Bu yüzden 1948′de Protestan Presbiteryen Kilisesi tarafından aforoz edildi, sonra hükümet tarafından hapse atıldı.

1950′de hapisten kaçarak Güney Kore’ye yerleşti. 1952′de yayımladığı, tarikatının kutsal kitabı niteliğindeki «Tanrısal İlke» (The Divine Principle, 1952) adlı kitabında, daha 16 yaşındayken İsa Peygamber’in kendisine göründüğünü ve Hıristiyanları birleştirmesini istediğini öne sürdü. İnsanlığı şeytandan kurtarmak için Tanrı tarafından seçildiğine inanan Moon, komünistleri şeytanın dünyadaki temsilcisi olarak görüyordu. Kore’de ve Japonya’da silah, boya, makine ve ginseng çayı üreten fabrikalar açarak milyonlarca dolarlık bir imparatorluk kurdu.

1970′ terin başında ABD’de misyonerliğe başladı. Harekete katılan gençlerin yanlış yönlendirildiğine inanan ana babaların düşmanlığını çekti. Moon ile karısı, 1973′te iş merkezlerini New York Eyaleti’ndeki Tarrytown’a taşıyarak kurdukları uluslararası yatırım ağını buradan yönetmeye başladı. 1981′de bu tarikatın temel amacının dinsel değil siyasal olduğu yolundaki mahkeme kararıyla, din kurumu olarak vergi bağışıklığı kaldırıldı. 1982′de vergi kaçakçılığından 18 ay hapis ve 25.000 dolar para cezasına mahkûm edilen Moon, 1984′te hapse atıldı.

MUSEVİLER VE HIRİSTİYANLAR

Batı kültürü İncil metinleriyle beslenmiş, Musevi bilginlerinin yorumları ve çalışmalarıyla zenginleştirilmiş bir Musevi-Hıristiyan kültürüdür. Buna rağmen Yahudiler ile Hıristiyanlar düşman kardeşler olmaktan ve bu düşmanlıklarını bir ölçüde bugün de devam ettirmekten geri kalmamışlardır. Tarihlerinin ta başlangıcında, Yahudi kökenli Hıristiyanlar sinagoglardan kovulmuş ve kötü muamel­eye maruz kalmışlardır.

Sonra asırlarca Hıristiyan Kiliseleri Yahudi düşmanlığını elden bırakmamıştır. Bunların bugün de Yahudilere fazla bir sempati besledikleri söylenemez. Bu tutum ve davranış çoğu zaman Yeni Ahit metinlerinin yanlış anlaşılmasından ileri gelmiştir. Kitabı Mukaddes’ in iki kısmını birlikte okumayı ilke edinen Reform hareketi Hıristiyanlığın Yahudi kökenlerini ortaya koymuş, Katoliklik ile Musevilik arasındaki ilişkiler de gerginliğini muhafaza etmiştir, ikinci Vatikan Konsili iki din arasında bir diyalog başlatmıştır. Konsil özellikle 1965′te yayımladığı Hıristiyanlık Dışı Dinler Üzerine Bildiri’ sinde Katolik Kilisesi’nin Yahudilere karşı haksızlıklarını kabul etmekle bu süreci hızlandırmıştır.

DÜNYADA HIRİSTİYANLIK

1996′da Hıristiyanların sayısı 1,95 milyar, yani dünya nüfusunun yüzde 33′ü olarak tahmin edilmişti. Hıris­tiyanlığın çeşitli kolları XIX. yy’a kadar oldukça istikrarlı ağırlık merkezlerinde yoğunlaşmışlardı: Güney ve Doğu Avrupa ekseriyetle Katolik, Kuzey Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri ekseriyetle Protestan, Yunan ve Slav dünyası ise Ortodoks. XVI. yy’dan XX. yy’a kadar Katolik ve Protestan misyonerler Güney Amerika, Afrika ve Asya’da sömürge imparatorluklarının yollarını izlediler. Ortodoksluk ise yüzyılın başından beri güçlü bir diasporaya sahiptir. Görüldüğü gibi üç mezhep de dünyanın her tarafında temsil edilmektedir. Kesin olmamakla beraber, Katolik sayısı 980 milyon, Protestan sayısı 400 milyon, Ortodoks sayısı 220 milyon, Anglikan sayısı 70 milyon ve diğer Hıristiyanlar 280 milyon kadar tahmin edilmektedir.

Read More about Yeni Ahit