Ana Sayfa Blog Sayfa 2

Amanos Dağları’nda Sivil Toplum ve Koruma Çalışmaları

0

Amanos Dağları, sahip olduğu ekolojik ve kültürel zenginlikler nedeniyle birçok sivil toplum kuruluşunun, akademik kurumun ve yerel yönetimin iş birliği yaptığı önemli bir bölgedir.

Kurumlar Arası İş Birlikleri

Erzin Belediye Başkanlığı, Erzin Çevre Koruma Derneği, Berlin Teknik Üniversitesi ve Vakfın Dörtyol Temsilciliği gibi çeşitli kurumlar bir araya gelerek Amanos Dağları’nın korunması ve sürdürülebilir kullanımı konusunda görüş alışverişinde bulunmuştur private istanbul tour.

Berlin Teknik Üniversitesi ve Çukurova Üniversitesi’nin 1998-2004 yılları arasında yürüttüğü “Güneydoğu Anadolu’da Amanos Dağları Peyzaj-Ekolojik Kompleks Analizi” projesi, bölgedeki toprak, iklim ve bitki örtüsünü inceleyerek önemli koruma önerileri sunmuştur.

Yerel Derneklerin Çalışmaları

Erzin Çevre Koruma Derneği ve Amanoslar Çevre Koruma ve Dayanışma Derneği, doğa koruma çalışmalarını aktif biçimde sürdürmektedir.

İskenderun Çevre Koruma Derneği, çevresel sorunlarla mücadele ederek, doğal yaşamın korunmasına yönelik farkındalık çalışmaları yapmaktadır Amanos Dağları Biyolojik ve Kültürel Zenginlik.

Antakya Çevre Koruma Derneği, kent odaklı eğitim programları, okul bahçelerinin düzenlenmesi ve kamuoyunun bilgilendirilmesine yönelik çalışmalar yürütmektedir.

Samandağ Çevre Koruma ve Turizm Derneği, 1991’de kurulmuş olup sahildeki kum talanını önleme, eğitim faaliyetleri ve Jandarma Çevre Koruma Timi ile ortak çalışmalar gerçekleştirmektedir.

Mustafa Kemal Üniversitesi, Samandağ’da doğal türlerin popülasyonunu ve korunmasını hedefleyen bilimsel araştırmalar sürdürmektedir.

Bölgesel Dayanışma Platformu: DAÇE

Doğu Akdeniz Bölgesi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki çevre dernekleri, 1991 yılından bu yana Doğu Akdeniz Çevre Dernekleri (DAÇE) Ortak Sekreteryası çatısı altında iletişim ve dayanışma ağı oluşturmuştur.

DAÇE, küresel, ulusal ve bölgesel çevre sorunlarıyla ilgili olarak düzenli bilgi alışverişi yaparak Türkiye’nin diğer bölgelerindeki doğa koruma girişimlerine örnek bir örgütlenme modeli sunmaktadır.

Yayla Dernekleri ve Altyapı Hizmetleri

Erzin-Karıncalı Yaylası Güzelleştirme ve Koruma Derneği, Erzin ilçe merkezinden gelen vatandaşların kullandığı Karıncalı Yaylası’nda çöp toplama, su temini ve yol bakımı gibi altyapı hizmetlerini yürütmektedir.

Benzer şekilde, Bağrıaçık ve Üçkoz Yaylası dernekleri de aynı hizmetleri vermektedir.

Nüfusu yaz aylarında yaklaşık 50 bine ulaşan Zorkun Yaylası’nda da bu tür hizmetleri yerine getiren aktif dernekler bulunmaktadır.

Bu çalışmalar, Amanos Dağları’nın doğal zenginliklerinin korunmasında toplumun, bilim insanlarının ve yerel yönetimlerin ne kadar büyük bir rol oynadığını göstermektedir. Yardımlaşma ve örgütlenme kültürü, bölgenin sürdürülebilir geleceği açısından umut verici bir tablo sunmaktadır.

Amanos Dağları Biyolojik ve Kültürel Zenginlik

0

Amanos Dağları, Türkiye’nin güneyinde yer alan ve zengin biyolojik çeşitliliğiyle öne çıkan bir bölgedir. Bu dağlar, hem endemik bitki türleri hem de tarihi ve kültürel mirasıyla dikkat çekmektedir.​

Endemik Bitki Türleri

Amanos Dağları, dünya üzerinde sadece bu bölgede yetişen birçok endemik bitki türüne ev sahipliği yapmaktadır. Bu türler arasında şunlar öne çıkmaktadır:​

Amanos Lalesi (Tulipa amana): Dünyada yalnızca Amanos Dağları’nda yetişen bu lale türü, ilkbaharda açan mor-pembe çiçekleriyle ünlüdür Amanos Dağları Sosyo-Ekonomik Yapı.​

Osmaniye Adaçayı (Salvia osmaniensis): Tıbbi amaçlı kullanılan bu adaçayı türü, antioksidan özellikleriyle öne çıkmaktadır.​

Amanos Orkidesi (Ophrys amanensis): Nadir bulunan bu orkide türü, böcekleri taklit eden çiçek yapısıyla dikkat çekmektedir.​

Nur Dağı Kekik (Thymus nurdaghensis): Yüksek rakımlı bölgelerde yetişen bu kekik türü, aroması ve tıbbi değeriyle uluslararası pazarlarda yüksek talep görmektedir.​

Bu bitkiler, hem ekolojik denge hem de insan sağlığı açısından büyük önem taşımaktadır. Tıbbi kullanımlarının yanı sıra, ekoturizm ve biyolojik çeşitliliğin korunması açısından da kritik rol oynamaktadırlar.​

Koruma Çabaları ve WWF-Türkiye’nin Rolü

Amanos Dağları’ndaki biyolojik zenginliğin korunması amacıyla çeşitli projeler yürütülmektedir. WWF-Türkiye, “Dünyaya Armağanlar” projesi kapsamında, bölgenin milli park statüsü kazanması için çalışmalar başlatmıştır. Bu süreçte, Çevre ve Orman Bakanlığı ile işbirliği içinde, Amanos Dağları’nın korunması ve sürdürülebilir yönetimi için bilimsel ve sosyal çalışmalar yürütülmektedir Amanos Dağları Sosyo-Ekonomik Yapı.​

Doğal ve Kültürel Mirasın Önemi

Amanos Dağları, sadece biyolojik çeşitliliğiyle değil, aynı zamanda tarihi ve kültürel mirasıyla da önemlidir. Bölge, farklı uygarlıkların izlerini taşımakta ve çeşitli inançların bir arada yaşadığı bir alan olmaktadır. Bu zengin miras, bölgenin ekoturizm potansiyelini artırmakta ve sürdürülebilir kalkınma için fırsatlar sunmaktadır.​

Kırım’dan Ganimet Taşımak ve Savaş Hazırlıkları

0

Kırım’dan haftada bir veya iki kez, beşbaş çetecileri Azak Kalesi’nin altına gelir ve burada avlanarak Kırım’a ganimet mallarıyla geri dönerlerdi. Bu kaleler, tamamen Moskof İmparatorluğu’na bağlıydı. Kırım’ın bu çetecileri, savaşçı ruhlarıyla ve stratejik hamleleriyle bölgedeki önemli hareketliliği sağlıyorlardı.

Muş Nehri’ni Geçmek ve Zorluklar

Kırım’dan ilerleyerek, Süt Nehri’nin kenarından bir saat daha yol aldıktan sonra, Muş Nehri’ne ulaştılar. Bu nehir büyük ve zorlu bir sudu. Askerler, bu nehri geçerken büyük zorluklarla karşılaştılar. Kışın sert soğuğunda, silahlar tulumlara yerleştirilerek nehri geçtiler. Biraz dinlendikten sonra, askerler daha iyi bir şekilde yolculuklarına devam edebildiler. Muş Nehri, tıpkı Don Nehri, Turla Nehri ve Tuna Nehri gibi balık zenginliğine sahipti. Burada morina ve mersin balıkları da oldukça lezzetliydi. Ayrıca, çığa ve uştuka balıkları da çok beğeniliyordu.

Muş Nehri, Moskof ülkesinin kuzeyindeki dağlardan doğarak Azak Denizi’ne dökülür. Nehri geçtikten sonra, göç davulları çalınarak yola çıkıldı. Ancak, yola çıkıldığında yoğun kar yağışı başladı. Bu, yolculuğu daha da zorlaştırdı. O gece Deşt-i Kıpçak’ta kar üzerinde konaklandı ve ertesi gün tipi ve boranla karşılaşılarak 16 saat boyunca yürüyüş devam etti.

Deşt-i Kıpçak’ta Konaklamak ve Yeni Bir Yolculuk

Deşt-i Kıpçak’tan ayrıldıktan sonra, tekrar bir başka bölgeye doğru yola çıkıldı. Yörembay Menzili’ne ulaşıldığında, karla kaplanmış bir alanda bir gece daha konaklandı. Ertesi sabah, atlara binilip yeni bir 16 saatlik yolculuğa çıkıldı. Bu uzun yolculuk sırasında kış koşulları askerleri oldukça zorladı, ancak ilerlemeye devam ettiler private tour istanbul.

Kırım Ülkesine Yolculuk ve Buluşmalar

Kırım’a ulaştıklarında, Or-ağzı adlı kaleye vardıklarında, Veziriazam Kara Mustafa Paşa’nın ulaklarından biri olan Kara Receb Ağa, 20 atlıyla Azak’a gitmek üzere yola çıkarken Tatarlarla karşılaştı. Azak Kalesi’nin fethi konusunda yaşadıkları zorlukları ve deneyimleri Kara Receb Ağa’ya anlatırken, Han’dan gelen bazı mektuplar alındı ve yine geri Asitâne’ye doğru dönüldü.

Kırım’da Misafirlik ve Dinlenme

Tatar Hanı ile birlikte Kırım’a seyahat ettik ve Bahçesaray şehrinde, Çürüksu adlı derenin kenarında bir misafirhane bağışlandı. Bu misafirhane, tüm ihtiyaçlarımızı karşıladı ve burada dinlenme fırsatı bulduk. Han, devletinin devamı için dua etmeye devam etti. Ancak, bir süre sonra hastalandım ve gezip dolaşmaktan vazgeçtim. Kış mevsimi, seyahat etmeyi oldukça zorlaştırmıştı ve dondurucu soğuk, adım atacak gücüm kalmadı Karadeniz’in Boyutları ve Etrafındaki Nehirler.

Kırım’ın Azak Kalesi’ne Yardımları ve Çatışmalar

Bu kış, Tatar Hanı, Azak Kalesi’nde kuşatma altındaki düşmanlara yardım gelmemesi için Kırım Yarımadası’ndan üç kez büyük askeri birlikler göndermişti. Her defasında 40-50 bin askerle Azak Kalesi’nin altına yürüyüş yapılır, çatışmaların ardından avlanıp, ganimetler alınarak zaferle geri dönülürdü. Bu askeri hareketler, hem Tatarların bölgedeki etkinliğini gösteriyor hem de Kırım’ın askeri gücünü pekiştiriyordu.

Bu zorlu yolculuklar, hem doğa koşulları hem de askeri strateji açısından oldukça önemli deneyimler sundu. Kırım ve Azak arasındaki bu yolculuklar, bölgedeki askeri gücün korunmasına ve devamlılığını sağlamaya yönelik stratejilerle doluydu. Tatar askerleri, sert kış koşullarına rağmen moral bozmadan görevlerini yerine getirmeye devam ettiler.

Karadeniz’in Boyutları ve Etrafındaki Nehirler

0

Karadeniz’in Uzunluğu ve Genişliği

Karadeniz’in büyüklüğü ve manzarası, bu denizi gezip inceleyenler için dikkatlice hesaplanmış bir veridir. Yapılan hesaplamalara göre, Karadeniz’in uzunluğu, Anadolu kıyısından başlayıp Trabzon’un önünden geçerek Faşa Çayı Boğazı’na kadar 1500 mil mesafeye sahiptir. Boğaz’dan Abaza bölgesine kadar olan mesafe ise 1700 mil, Boğaz’dan Azak Kalesi’ne kadar olan mesafe ise 2000 mil kadardır. Bu, Karadeniz’in ne kadar geniş bir alanı kapsadığını gösteren önemli bir bilgidir.

Karadeniz’e Karışan Nehirler

Karadeniz’e hem Anadolu hem de Rumeli taraflarından birçok büyük ve küçük nehir karışmaktadır. Bu nehirlerin içinde en büyüğü Rumeli tarafındaki Tuna Nehri’dir. Tuna, 700 büyük nehirle birleşerek büyük bir nehir haline gelir ve Karadeniz’e beş farklı noktadan karışır. Bu noktalar, Kili Kalesi’nin önünde, Tulça Kalesi dibinde, Soluna Boğazı’nda, Karahırmen Boğazı’nda ve Hızır-İlyas Boğazı’nda yer almaktadır. Diğer önemli nehirler arasında, Trabzon yakınındaki Faşa ve Çoruh Nehirleri, Taman Kalesi yakınındaki Küban Nehri, Azak bölgesindeki Don Nehri ve Özü Nehri sayılabilir. Ayrıca, Anadolu tarafında Bafra yakınındaki Kızılırmak, Çarşamba Nehri (Yeşilırmak) ve Sakarya Nehri de bu denize karışan büyük nehirlerdendir. Bunlar dışında, 1680 küçük nehir de Karadeniz’e karışır Keliğra Kalesi’nin Onarılması ve Korunması.

Karadeniz’in Çevresi ve Etrafındaki Kasabalar

Karadeniz’in çevresi, Azak Denizi ile birlikte toplamda 6.060 mil olarak ölçülür. Bu çevreyi karadan dolaşmak isteseydik, 150 konak ve yaklaşık beş aylık bir yolculuk gerekirdi. Her bir konaklama, yaklaşık olarak 12 saatlik bir yolculuğu kapsar, bu da Karadeniz’in çevresinin ne kadar büyük olduğunu gösterir. Bu kadar büyük bir deniz, gezginler için önemli bir yolculuk ve keşif alanıdır.

İstanbul’a Dönüş ve Şükürler

1640 yılının Şaban ayında, Karadeniz’in çevresini dolaşıp tamamladım ve sağ salim İstanbul’a geri döndüm. İstanbul’a vardığımda, ilk olarak Ebâ Eyyub-ı Ensarî hazretlerinin türbesine gidip orada dua ettim. Mübârek ruhları için bir hatm-i şerif okuyup, Hak için bir kurban kestim. Ardından, İstanbul’a dönerken babam ve annemle yeniden buluştum. Onlar beni kucaklayıp, sağ salim döndüğümü görünce büyük bir mutluluk yaşadılar.

Sonuç olarak, Karadeniz, hem büyüklüğü hem de etrafındaki zengin doğal kaynakları ile dikkat çekici bir denizdir. Gezip görmek, keşfetmek için harcanan zaman ve emek, bu denizin ne kadar önemli olduğunu gözler önüne serer. Bu gezinin sonunda, hem ruhsal hem de fiziksel olarak huzur içinde İstanbul’a geri dönmek, tüm bu yolculuğun en değerli anı olmuştur guided tours istanbul.

Keliğra Kalesi’nin Onarılması ve Korunması

0

Hüseyin Paşa’nın Keliğra Kalesi’ni Onarması

Hüseyin Paşa, kendi malını kullanarak Keliğra Kalesi’ni onarmıştır. Bu kalenin içine bir kale muhafızı ve kul yerleştirilmiştir. Kalenin sağlamlığı, savaş zamanlarında insanlara güvenli bir sığınak olmasını sağlamıştır. Çetin ve dayanıklı bir yapıya sahip olan Keliğra Kalesi, özellikle Kazak-ı Ak şerrinden korunmak isteyen insanlar için güvenli bir yer olmuştur. Ancak, Veziriazam Kara Mustafa Paşa, Hüseyin Paşa’ya rağmen kaleye olan ilgisini kaybedince, kaleye yerleşenler gitmiş ve kale bakımsız kalmıştır. Kalenin bakımı yapılmadığı için zamanla unutulmuş ve boş kalmıştır customized tours istanbul.

Keliğra Sultan Tekkesi’nde Dervişlerle Sohbetler

Keliğra Sultan Tekkesi, denizin sıkıntılarını ve zorluklarını çektikten sonra güvenli bir sığınak olmuştur. Burada sekiz ay boyunca, Keliğra Sultan’ın huzurunda dervişlerle birlikte sohbetler yapılmış, manevi bir ortamda vakit geçirilmiştir. Bu süre boyunca pek çok dost ve arkadaşla bir araya gelinmiş, geleneksel sohbetler ve ibadetler yapılmıştır. Bahar günlerinin gelmesiyle, İstanbul’a doğru yola çıkma zamanı gelmiştir. 1640 yılında, Keliğra Sultan’ın veda ziyaretini yaparak mübarek ruhlarından yardım istenmiş ve dört köleyle birlikte kayığa binilmiştir.

Karadeniz’de Seyahat ve Kasabalar

Yola çıktıklarında, Karadeniz’in limanlarından geçerek, fırtına sırasında kayığı kenara çekip güvende kalmışlardır. Kavarna, Balçık, Varna, Ahyolı, Suzebolu, Musavra ve Burgas kasabaları gibi yerlerden geçerek, çeşitli beldeleri ve iskeleleri gözlemlemişlerdir. Ayrıca, İneada Adası’ndan geçerek sabah saatlerinde Terkoz kasabasına varmışlardır. Bu kasaba, Karadeniz’in kenarında sağlam bir kale olarak dikkat çeker. Sonrasında, Uskumru Çayırı’na ulaşmışlardır. Burası, Osmanoğlu’nun yeniçeri oturakları ve köyleriyle bilinen bir yerdir ve Kazaklar’ın yağmalarına karşı korunmak için burada güvenlik önlemleri alınır.

Karataşlar ve Tuhaf Taşlık Alan

Karataşlar, İstanbul Boğazı dışında, deniz kıyısında kayalık bir taşlık alandır. Bu bölgeyle ilgili ilginç bir efsane vardır; eski zamanlarda bir kadının örekesi ile taş olmuştur. Bu, ziyaretçilere garip bir görüntü sunan bir yerdir. Eyüp Mollası’nın hükmü altında bulunan bu bölge, yolculuk yapanlar için önemli bir uğrak noktasıdır. Geçtikten sonra, Karadeniz Boğazı’na girilmiş ve Kavak Kalesi yakınlarında demir bırakılmıştır Kırım’dan Ganimet Taşımak ve Savaş Hazırlıkları.

İstanbul’a Dönüş ve Şükür Secdesi

Seyahatin sonunda, İstanbul Boğazı’ndan içeri girilip Kavak Kalesi’nde demir bırakılmıştır. Yolculuk boyunca çok zorluklarla karşılaşılmış, can yakıcı acılar ve şiddetli elemler yaşanmıştır. Ancak sonunda, hayırlı bir şekilde İstanbul’a varılmıştır. Yolculuk sonunda bir şükür secdesi yapılmış ve Hak rızası için kurban kesilerek, fakirlere dağıtılmıştır. Bu seyahat, büyük bir cihadın ve uzun bir yolculuğun ardından tamamlanmıştır. Hem fiziksel hem de manevi olarak zorlu bir yolculuk olsa da, sonunda huzur bulunmuş ve gönül rahatlığına kavuşulmuştur.

Bu yolculuk, Karadeniz’in dört bir yanını dolaşarak, manevi bir zenginlik kazanılmasını sağlamıştır.

Dalaman’da baraj

0

Marmaris’te faaliyet gösteren Alternatif Turizm’in sahibi Vedat Vural ise Dalaman Çayı’ndan kötü haberler veriyor. Marmaris, Fethiye, Bodrum gibi önemli turizm merkezlerine yakın rafting yapılabilecek tek nehrin Dalaman Çayı olduğunu, ancak bu nehir üzerinde yapımı süren Akköprü Barajı ile buradaki 3 rafting etabından 2’sinin sular altında kalacağını söylüyor. Türkiye’de rafting sporunu ilk icra edenlerden olan ve bir spor olarak gelişimine katkıları bulunan Vural, “Bu baraj inşaatı nasıl bir fizibilite raporu ile başlatılmış olmalı ki, Türkiye’ye her yıl 18 milyar dolar döviz getiren turizm sektörünün en önemli bölgelerinden birinde o sektörün temel kozlarından birini elinden alabiliyor?” diye soruyor.

Gerçekten de Köyceğiz İlçesi’nin 24 km doğusunda 1996 yılında inşaatı başlatılan ve halen dolgusunun yarısının tamamlanabildiği Akköprü Barajı’nın yol açtığı çevre felaketleri, çevrecilerin ve ilgili meslek kuruluşlarının gündeminde. Jeoloji Mühendisleri Odası’nın 2004 yılında düzenlediği bir forum da oda adına konuşan Dr. Eşref Atabey, barajın inşaatında çekirdekli kaya dolgusu tercih edildiğini, bölgede milyonlarca yıl içinde oluşan çok verimli tarım arazilerinin topraklarının kil dolgusu olarak kullanıldığını aktarıyor. Ekonomik yıllık yaklaşık 32 milyon dolar olan ve bu yılki Türkiye elektrik enerjisi talebinin binde 2’sine denk gelen 343 kwh elektrik üretecek bir baraj sadece bölgenin tek rafting merkezine değil aynı zamanda, esas hedeflerinden biri olan tarıma bile zarar veriyorsa, bu barajın yapılma nedenlerinin bir kez daha sorgulanması gerektiği ortaya çıkıyor. Kaldı ki, bugün 20 bin yabancı raftingcinin geldiği Dalaman Çayı doğru bir doğa sporları merkezi projesi ile 150 bin yabancı raftingciyi çekmeye başlasa ki Dalaman Çayı için mütevazı bir rakamdır ve yıllık getirisi 50 milyon doları rahatlıkla aşacaktır private tours bulgaria.

Yusufeli sular altına

Dünyanın en iyi rafting parkurlarından biri kabul edilen ve her yıl yaklaşık 12 bin raftingcinin gelerek heyecan aradığı Çoruh Nehri’nde de baraj inşaatlarının neticesinde rafting. yapmak imkânsız hale gelecek. Rafting sporunun Türkiye’deki önemli merkezlerinden biri haline gelmiş olan Yusufeli ilçesi de sular altına gömülecek. 410 kilometresi Türkiye’de olmak üzere 431 kilometre uzunluğundaki Çoruh Nehri Türkiye’nin ve dünyanın en hızlı akan 10. nehri. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Çoruh üzerinde 10 ve yan kolları üzerinde de 17 Baraj ve Nehir tipi H.E.S. Tesislerinin inşaatını planlamış durumda. Bu projelerden Muratlı Barajı ve H.E.S. Tesisleri inşaatı tamamlanarak hizmete girmiş durumda Rafting.

Borçka ve Deriner Barajları’nın inşaatlarına devam ediliyor. En önemli rafting merkezlerimizden birisi durumundaki Yusufeli İlçesi’ni sular altında bırakacak olan Yusufeli Barajı’nın yapımı hakkındaki Bakanlar Kurulu Kararı geçen yıl (2005) Danıştay tarafından iptal edilmişti. Ancak, bu yıl temyizden onay çıkınca baraj inşaatının önünde engel kalmadı. Bayram ve Bağlık Barajları’nın inşaatları da planlama aşamasında. Doğa Derneği’nin anlatımına göre, Çoruh Nehri üzerine yapılacak olan baraj, toplam 133 canlı türü için uluslararası öneme sahip olan Çoruh Vadisi’nin 5535 hektarlık bir alanını su altında bırakacak.

Çoruh Vadisi’nin içinde bulunan diğer bir proje olan Güllübağ Projesi, vadinin yaklaşık 2200 hektarlık alanını su altında bırakırken, nesli tehlike altında olan iki endemik bitkinin de (Campanula Choruhensis ve Erysimum Leptocarpum) yok olmasına neden olacak. Diğer yandan, Hükümet bu havzada yapımı planlanan 27 tesisten yılda 10,3 milyar kwh yıllık enerji üretimi gerçekleştirileceğini, bu rakamın Türkiye’de üretilen toplam enerjinin yüzde 7’si, hidroelektrik enerjinin ise yüzde 22’sine denk olduğunu; ayrıca Çoruh Nehri’nin, yılda 5,8 milyon metreküp rusubat taşıdığı için, bu havzanın Türkiye’de en fazla erozyona maruz kalan havzalarından biri olduğunu ileri sürerek projeyi savunuyor.

Rafting

0

Hergün bir konaktan göçmek, Akarsu gibi donakalmamak gerek» Dün geçti gitti.

Dün gibi, dünün sözü de geçti. Bugün yepyeni bir söz söylemek gereı

Evlana

Türkiye destinasyonu bir yandan renklenirken, diğer yandan katma değeri yükselmiş oluyor. Rafting sporunun cazibesi paket turlarla Türkiye’ye gelen turistlerin bir kısmını tesis dışına çıkmaya ikna ediyor. Ülkenin sahil dışındaki daha derin kısımlarının turistlerce keşfedilmesine yardımcı oluyor.

Bu spor dalında popüler olmuş akarsularımızın kıyılarındaki pek çok köy ve ilçe bu spordan gelir elde ediyor ve turizm denen olguyla bu spor sayesinde tanışıyor. Ayrıca, Çoruh gibi özel nehirlerimiz de bu sporu yapan daha maceracı ve ilgili kesimden oluşan bir niş pazarın rafting önceliğiyle Türkiye’ye gelmesini sağlıyor ve Türkiye’nin o pazara açılan kapısı olabiliyor tour bulgaria.

Rafting de sorunlar

Turizm ürününü renklendirerek turizmde rakiplere karşı önemli bir koz sağlayan bu spor dalının icra edildiği ülkemizdeki önemli parkurlar, baraj inşaatlarıyla yok olmak üzere. Diğer yandan kaçak turlardan kaynaklanan haksız rekabet bu alanda uzman seyahat acentalarını zor duruma sokuyor.

Kaçak turlar rafting sporundan elde edilebilecek gelirin minimum düzeyde kalmasına, bu hassas sporda verilen hizmet kalitesinin düşmesine neden olabiliyor. Antalya’da rafting alanında uzman seyahat acentalarından Trans Nature’ün sahibi Recep Ecer’in tahminlerine göre, Köprülü Kanyon’da rafting yapan 500 bine yakın kişinin neredeyse yarısı, bilmeden kaçak turları tercih ediyor. Türkiye’de rafting sporunun gelişmesinde emeği geçen ve 1990’ların başında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın uzmanı olarak çalışan Ecer, kaçak turların tehlikeli boyutuna da dikkat çekiyor ayrıca denetimsiz ve eğitimsiz rehberler eşliğinde bu sporun icrasının büyük problemler yaratabileceğini vurguluyor.

Merkezlerin yönetilmesi gerekiyor

Antalya Milli Parklar Şube Müdürü Recep Koşan’a Köprülü Kanyon Milli Parkı’nın nasıl yönetildiğini sorduğumuzda, “Bizim şu anda orada bir varlığımız yok.” yanıtını alıyoruz. Bununla beraber Koşan, Parkla ilgili

olarak bir planlama çalışması içinde olduklarını ve bu çalışmaların 2007 yılı sonunda bitirilmesinin hedeflendiğini anlatıyor. Bu çalışmalar dahilinde park girişine kapı ve gişe konması da bulunuyor. Koşan, parktaki en büyük sorunun raftingcilere hizmet vermek üzere yapılmış ruhsatsız binalar olduğunu söylüyor ve bu kaçak yapılaşmayla ilgili yasal yollara başvurduklarını anlatıyor.

Antalya’dan bir rafting uzmanı acenta olan Medraft’ın rafting operasyonları yetkilisi Deniz Yaşar’a Milli Park’ın girişinde ücret alınması konusundaki yorumunu sorduğumuzda, “Böyle bir gelişme zaten rekabetin çok yoğun olduğu ve minimum kârlarla çalışılan sektörde işi hepten çıkmaza sokar Hamdım piştim yandım.

Bu maliyetin müşteriye yansıtılması imkânsız” diyor. Nitekim, bu konuda görüşlerini sorduğumuz diğer seyahat acentaları da aynı görüşü paylaşıyorlar. Onlara göre, kaçak turlarla mücadele en öncelikli sorun.

Bu konu güvenlik güçlerinin eşliğinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ciddi bir mücadelesi ile çözülebilir.

Milli Parka giriş sınırlandırılmalı ve sadece seyahat acentaları alınmalı. Ancak, bundan sonra giriş aidatı gibi konular masaya yatırılabilir. Seyahat acentası yetkilileri buradaki kaçak binaların yıkılmasının da bir çözüm olmayacağını, çünkü bu yapıların önemli bir kısmının raftingcilerin temel ihtiyaçlarını karşılayan yapılar olduğunu belirtiyor ve yıkmak yerine bunların elden geçirilip yasal zemine kavuşturulmasının daha mantıklı olacağını savunuyorlar.

Hamdım piştim yandım

0

Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım” sözleri ile özetleye Mevlâna, 17 Aralık 1273 Pazar günü yaşama veda etti.

Mevlâna ölümü “yeniden doğuş” olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, Allah’ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gece manasına gelen “Şeb-i Arûz” diyordu ve dostlarına ölümümün ardından ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.

Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde arama! Bilge kişilerin gönülleridir mezarımız bizim.

Yalnız bir İslam mistiği değil aynı zamanda büyük bir şa ve yazar olarak bilinen Mevlâna Celaleddin anadili Türkçe olmakla birlikte eserlerini Farsça olarak yazdı. Bunu sebebi ise o dönemde fazla gelişmemiş olan Türkçe’ni Mevlâna’nın duygu ve düşüncelerini istediği gibi ifade etmesine imkan vermemesiydi private bulgaria tours.

66 yaşında ölen Mevlâna, arkasında yetiştirdiği öğrenci ve müridlerinin yanı sıra pek çok eser de bıraktı.

Mesnevi her ne kadar klasik doğu şiirinin bir türü ise de, “Mesnevi” denildiği zaman akla “Mevlâna’nın Mesnevi’si” gelir. Mevlâna’nın gerek İslam aleminde, gerekse batıda en çok okunan eseri Mesnevidir. İlk 18 beyitini bizzat kendisinin yazdığı eser, müridi Hüsameddin Çelebi’nin ısrarlarıyla tamamlanmıştı. Bazı kaynaklara göre 25 bin bazılarına göre ise 26 binden fazla beyitten oluşan bu eser, içiçe girmiş öyküler ve olaylardan oluşur. Bazı kaynaklar Kuran’dan ve hadislerden sonra “üçüncü kitap” olduğunu ileri sürerler. Mevlâna ve Mesnevisi için söylenen “O bir peygamber değildi ama yine de bir kitap bıraktı” sözü Mevlâna’nın sanatının ve düşüncesinin büyüklüğünü gösterir Dalaman’da baraj.

Divan-ı Kebîr (Büyük Defter)

Mevlana’nın en büyük eseri tüm ömrü boyunca gazel ve rübai tarzında yazdığı şiirlerden oluşan Divan-ı Kebîr olarak bilinir. Divan’da 21 binden fazla gazel ve 4 bine yakını rübai olmak üzere 25 bin beyit yer alır. Gazel ve rüba ilerinde sonsuz bir lirizmle tasavvufi aşkını anlatır. Ustanın diğer önemli eserleri arasında Fih-i Mâ Fih (Ne varsa için-dedir), Mektubat ve Mecalis-i Seb’â sayılabilir. Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlâna, Yedi Meclisi’nde şerh ettiği hadisleri şu konulara ayırmıştı:

Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı, Suçtan kurtuluş, akıl yolu ile gafletten uyanış, inançtaki kudret, tövbe edip doğru yolu bulanların Allah’ın sevgili kulu olacakları. Bilginin değeri, gaflete dalış ve aklın önemi.

Mevlana’nın ölümünün ardından gerek Selçuklu Devleti gerekse Konya halkı onun manevi kişiliğinin devamını onun en gözde müridi Flüsameddin Çelebi de buldular. Çelebi’nin gerek saygın kişiliği gerekse Mesnevi’ye yakın-lığı bu büyük onura layık görülmesinde büyük rol oynadı.

Müzik ve dans…

Ruhun yücelmesine ve Tanrıyla buluşmasına yardımcı olan dansa Mevlâna Celâleddin Rumi ruhsal yücelme anlarında yönelmişti.

Konya sokaklarında yürürken altın döven kuyumcunun çekiç tıkırtısını duyduğunda dans etmeye başlamış ve bu olağanüstü dönüşler bugünkü semâ törenlerini doğur-muştu. Kendisinin de kitaraya benzeyen rebab denilen bir müzik aletini çaldığı bilinir. Semâ dansı ilk kez Mevlâna’nın doğumundan ikiyüzyıl kadar önce Bağdat’da görür.

Büyük şair Mevlana’nın ‘ilahi aşk’a olan aşkı, semâ adı verilen ve Mevlevi dervişleri tarafından yüzyıllardır uygulanan dansın doğmasına neden olmuştu…

Niğde

0

Kapadokya`nın bilinmeyen memleketi: Niğde

Niğde on bin yıllık bir tarihin derin izlerini ve hatıralarını yaşıyor. Orta Asya’nın steplerini andıran Anadolu’nun sonsuz bozkırları içerisinde yükselen başı karlı Torosların arasına sığınmıştır sanki. Okuyanı-yazanı, yetiştirdiği esaslı adamları, bir de patatesi ve elması ile tanınır. Ana yollara biraz sapa düştüğü ve uğrak olmadığı için fazla bilinmez Niğde.

Oysa Anadolu’nun ilk yerleşim yerlerindendir. Konya’nın Çatalhöyük’ü neyse, Niğde’nin Köşk Höyüğü de odur. Kalay Mezopotamya’dan gelmiştir ve işlenmiştir diyenlere ise Çamardı’nın Celaller köyünden bihaberdirler derim. Bir yandan Erciyes’e, bir yandan Haşan Dağı’na yamaç duran Söllüdağ’daki Eti şehri eteklerindeki siyah mermer benzeri obsidyenden okların, bıçakların, kesici aletlerin yapıldığı yerdir. Kısacası ilk silah fabrikasının kurulduğu, burada üretilenlerin Ortadoğu’ya ihraç edildiği yerin de Niğde olduğunu belirtmek gerek communist bulgaria tour.

iddia ediyorum ki; Kemerhisardaki tarihi Tyana kenti 3-5 yıl sonra Efes ve Bergama antik kentleri gibi ünlenecek. Burada yaşamış Apollon için daha şimdiden 5 bine yakın site kurulmuş bilgisayarlarda. Tyana’da yer üstünde 15 metre yükseklikte su kemerleri görülüyor. Ya yedi kat yerin altında neler var? Bahçelideki bin yıllık tarihi Roma Havuzu’nun olimpik ölçüsüne ne demeli? “Kleopatra bu havuza da girmiş” denilse de biz buna fazla inananlardan değiliz.

Şehrin ortasındaki kalesi binlerce yılın sırlarını saklar bünyesinde. Etili’si, Romalı’sı, Selçuklu’su, OsmanlI’sı hep burayı mekan tutmuş.

Alaaddin Camii

Alaaddin Camii’nin taş oymaları üzerinde düşen öğlen güneşi orada başına taç takmış bir kızın silüetini oluşturur. Bu bir şaheserdir. Kulaklarında küpeleri, boynunda gerdanlığı olan bir kız. Taşa can veren ustasının umutsuz aşkı bir saat boyunca görünür ve güneşle beraber kaybolur gider. Avrupalı’nın olsa uçaklar dolusu tura çıkarız görmek için. Niğde’de olunca geleni gideni yok. “Biz böyleyiz…” deyip sineye çekelim sitemimizi.

Bizans’ın kurucusu Konstantin’in İstanbul’daki Ayasofya’dan önce annesi Helena için hac güzergahına yaptırdığı Andaval Kilisesi Adana-Kayseri yolu üzerindedir. Kudüs’e doğru üç benzerinin daha olduğu söylenir. Üstü örtüldü restorasyonu bu yıl başlıyor. “Kapadokya-Hatay arası inanç turizmi” merkezlerinden biri olmaya adaydır.

1,5 km. uzunluğundaki kayaların oyulması ile oluşan Gümüşlerdeki Manastırda bulunan gülümseyen Meryem resminin dünyada bir benzeri daha yok. Hangi yandan baksanız bakışları ve tebessümü hep üzerinizde sanki.

Müslümanlığı yüzyıl düşündükten sonra kabul eden Türklerin hanımlarına verdiği önem ve saygı Hüdavent Hatun Türbesi’nde ifadesini bulur. Türbe Selçuklu mezar mimarisinin bir şaheseridir. Oyulan taştan değil, sanki örülen bir dantelden yapılı gibidir Sinasos Gül Konaklan.

Narlıgöl kraterlerinden çıkan sıcak su ve Çiftehan kaplıcaları sağlık turizminin, Demirkazık zirveleri dağcıların başkentidir adeta. Bolkarlardaki Karanlık gölde yaşayan kurbağaların dünyada bir benzeri daha yok. Az üzerindeki Çinili göl Kırgızistan’daki Issık gölü’nü hatırlatır. Dağlar yol vermezcesine dik, üzerinde ot bitmezcesine kayalık. Nesli tükenmiş ala geyiklerin göle su içmeye geliş hikâyeleri gerçek mi tevatür mü bilinmez.

Niğde’nin halıcılığını da unutmayalım. Dokuduklarını sırtlayıp gurbetin yollarına düşenler yıllar sonra geri gelip BİRKO Koyunlu Fabrikası’nı kurmuşlar. Makineler tıkır tıkır halı dokuyor, iplik fabrikaları ve enerji santralleri de cabası. Binlerce maharetli parmakların marifeti ise Amerika’ya, Fransa’ya, Almanya’ya, son olarak da Kuveyt Sarayları için desen dokuyor, inanmayacaksınız ama ben gene yazıyorum. Dokunanlardan birisi Cumhuriyet döneminin en büyüğü tam tamına 157 metrekare ve tek parça.

Sinasos Gül Konaklan

0

Ürgüp’e bağlı Mustafapaşa kasabası, bölgede bulunan eski yerleşim yerlerinden olan bir Rum köyü. 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’yla Rumlar köyden taşınmış, geride de birçok anıt eser bırakmış. Bu tarihi anıt eserlerden biri de Sinasos Gül Konakları.

Gül Konakları, 19. yüzyılın ortalarına doğru bölgenin taşından kayaya oyularak 4000 m2’lik alana inşa edilen iki Rum evinden oluşuyor. Konakların renovasyonu Eylül 1998’de başlamış ve Haziran 2002’de tamamlanmış. Bu çalışma sırasında butik otel tarzındaki binaların özgün mimari karakterinin bozulmamasma özen gösterilmiş. Şimdi ziyaretçilere hizmet veren konakların bütün odaları farklı dekore edilmiş. Konakların içinde kütüphane, gül köşkü, şömineli salon, baş oda, tandır evi, hamam ve avlu gibi bölümler yer alıyor.

Ürgüp’te ziyaret edilmesi gereken yerler arasında Kadı Kalesi, Sarıhan Kervansarayı, Fıratkan, Ürgüp Müzesi ve Kütüphanesi, Temenni Anıtmezarını da saymak gerekiyor istanbul private tours mevlevi.

Gün ışığının vadide dansı

Yörenin her yerinden görülebilen yüksek kaya kitlesinin etrafına sarılmış bir kasaba görünümündeki Ortahisar, geçmişte yerleşim amacıyla ve stratejik nedenlerle kayalara oyulmuş. Buranın görünmeyen hazineleri ise vadiler içinde oyulmuş yüzlerce mağara. Doğal soğuk hava deposu olarak kullanılan bu mağaralardaki ısı ve nem, meyvelerin yenisi çıkana dek aynen korunmasını sağlıyor. Peribacaları kadar yeraltı kentleriyle ünlü olan Kapadokya’da Kaymaklı, Derinkuyu, Mazıköy, Acıköy ve Özkonak’taki bazı yeraltı kentleri ışıklandırılmış ve gezilebilir durumda. Henüz tamamı keşfedilememiş bu sihirli kentler, Kapadokya’ya ayrı bir gizem katıyor. Diğerlerine oranla daha özenli kazılmış olan Derinkuyu’ya bir geçitten giriliyor ve yetmiş metreyle birlikte yerin yedi kat altına iniliyor. Burada birbirine dar ve alçak koridorlarla bağlı karanlık ve rutubetli salonlar dikkat çekici. Yuvarlak taştan kapıları dışarıdan açmak imkânsız gibi olsa da, içeriden kolayca açılacak şekilde tasarlanmış.

En alt katı yeryüzüne bağlayan dikey havalandırma bacaları, yeraltı kentinin havasının sürekli temizlenmesini sağlıyor. Buradaki tüm kuyular zehirlense bile tazeliğini koruyan iç kuyular yapılarak önlem alınmış. Dört kilometrekarelik alanı kapsayan bu yeraltı kenti yirmi bin kişiyi barındırabilecek kapasitede ve depo yerleri, ambarlar, odalar, mutfaklarla birlikte büyük salonlar ve kilise olduğu tahmin edilen haç planlı bir bölümü içeriyor Şirince.

Bu gizemli kent, yüzyıllar önce Hıristiyanları Roma İmparatorluğunun gazabından ve Arap akınlarımdan kurtarmış. Çok karmaşık bir düzende oyulmuş olan Kaymaklı yeraltı kentin-de de çeşitli amaçlarla kullanılabilecek yaşam alanlarının yanı sıra tahıl ambarları, şarap kavlan ve hayvan bağlayacak yerlerin olması, o günlerin koşullan hakkında ipuçları verir. İçinde güvenli taş kapılarla tapınma yerleri de bulunan yeraltı kentinde gizli kaçış yollan, labirentler ve kör koridorlar kenti bilmeyenleri şaşırtacak kadar karmaşık. Balonla gökyüzünden de seyredilebilecek gizemli ve büyülü kent Kapadokya’da günbatımının izlenebileceği en güzel nokta ise Göreme Ürgüp yolunda, solda yer alan Kızılçukur Vadisi yol ayrımı. Buradan izlenen günbatımında renklerin değişimi, gün ışıklarının vadide ve kıvrımlı kızıl kayalıklarda dalgalanışı görülmeye değer…